“Hayat hiç de kısa değil. Bazen bir gün o kadar uzun gelir ki insana…”

1950’den beri tarihi Yeni Moda Eczanesi’nin eczacısı, Behçet Necatigil’in öğrencisi, Melih Cevdet Anday’ın dostu, tek başına Türkiye’nin eczacılık tarihini sırtında taşıyan Ecz. Melih Ziya Sezer’le bir öğle vakti zihnimize kazınan bir zaman yolculuğundan notlar…

Melih Bey’in 120 yıllık eczanesine adım atar atmaz, önce dakikliğimizin mükafatını aldık. “Tam söz verdiğiniz saatte geldiniz.” Sonra adlarımız deftere özenle kaydedildi. Fonda klasik müzik. Bir zaman yolculuğunun kıyısındayız. Her geçen dakika, henüz içinden geçtiğimiz Moda’nın şamatasından uzaklaşıyor; adım adım Yeni Moda Eczanesi’nin içine çekiliyoruz. Melih Bey konuşmaya başlayınca, sohbetimizin planladığımızdan çok daha uzun süreceğini anlıyoruz. Çıkışta gerçek dünyaya dönmekte ne kadar zorlanacağımızı henüz bilmiyoruz.

Melih Bey’in benzersiz mizah anlayışıyla çok kez gafil avlandığımız, ara sıra tarih sınavına tabi tutulup alnımızın akıyla mezun olduğumuz, kimi zaman sorularımızın anlamını yitirdiği, unutamayacağımız bir sohbet…

Yeni Moda Eczanesi’nin geçmişiyle sizin eczacılık geçmişiniz hangi noktada birleşti?
Babam Halil Nejat Sezer bu eczaneyi 1937’de satın aldı. Buranın kuruluş tarihi 1902. İlk sahibi Faik İskender Göksel. Önceden Kızıltoprak’taymış. O zaman orada iki eczane varmış. O iki eczaneden birinin nüfusa göre Moda’ya nakledilmesi gerekiyormuş. Faik İskender Bey kabul etmiş ve eczanesini Moda’ya taşımış. Sonra… Harf Devrimi hangi tarihteydi, söyleyin bakalım.

1927 miydi?
1928.

Neyse ki yaklaşmışız. 
Faik İskender Bey 1928’de buraya gelmiş. 1935’te vefat edince, kardeşi eczaneyi satılığa çıkarmış. Babamın da öyle haberi olmuş. Babam 1943’te vefat etti. O zaman ilkokul son sınıftaydım. 11 yaşında babasız kaldım. Annem kız kardeşimle bana hem analık hem babalık yaptı. Eczacılık kanununa göre bir eczacı vefat ettiğinde, ister kadın olsun ister erkek olsun eşine beş sene vakit tanıyorlardı. O beş yıl boyunca eczane mesul müdürle yönetiliyordu. Beş sene sonunda ailenin okuyan çocuğu varsa ve Eczacılık Okulu’na girdiyse, okul bitene kadar bu süreç devam ederdi. Ama sınıfta kalmama şartıyla.

Bilim İlaç’ın katkısıyla çıkan Yeni Moda Eczanesi kitabından bir sayfa.

“Aldım başımı ellerimin arasına, düşündüm. İkisini kurtarsam, birinden ikmale kalacağım. Sınıfta kalırsam ekmek teknesi gitti demektir.”

O halde hayli stresli bir okul dönemi geçirdiniz…
Kabataş Lisesi’nde yatılı okuyordum. Kabataş’ta en büyük şansım, üç ay boyunca Behçet Necatigil’in talebesi olmam. Hatta bende bir imtihan kağıdı var, onun da imzası var. O zaman üç karne verilirdi. Birinci karnemde üç kırık vardı. Aldım başımı ellerimin arasına, düşündüm. İkisini kurtarsam, birinden ikmale kalacağım. Sınıfta kalırsam ekmek teknesi gitti demektir. Anneme “Kaydımı buradan aldır” dedim. O sayede kurtardım. 10. sınıfa gelince arkadaşımın lisesine yazıldım. Bir baktım, birinci karnede yine üç kırık var. Saha alışkanlığı var herhalde. (Kahkahalar) Anneme yine “Kaydımı buradan aldır” dedim. Yine aynı okula döndüm. Sene sonunda öğretmenlerimden biri “Benim sana yaptığım bu iyiliği baban olsa yapmazdı” dedi. “Herhalde geçtim” diye düşünürken, “İki dersten ikmale kaldın” dedi. 

“Muharebeleri kaybettik, ama harbi kazandık.”

Ne kadar büyük bir stres altında olduğunuzu biliyor muydu?
Belki biliyordu belki de bilmiyordu. Hayatımda ilk defa ikmale kaldım. O yaz nasıl geçti, bir Allah bilir bir ben bilirim. Hani derler ya, “Hayat çok kısa.” Hayat hiç de kısa değil. Bazen bir gün o kadar uzun gelir ki insana. Neyse ki dersi kurtardım. 11. sınıfa geldim. Dananın kuyruğu kopacak. O dönemde beni kurtaran, dengeleyen şey, müzik yani keman oldu. Evde keman vardı. Bir gün kemanı aldım, Halkevi’ne gittim. Orada bana keman tutmasını öğrettiler. Beni kurtaran bir diğer şey de dünya kadar kitap okumak oldu. 1950’de buraya geldim, eczaneyi fiilen idare etmeye başladım. Olgunluk sınavından iki dersim kalmıştı, diplomayı alana kadar mesul müdürle birlikte idare ettik. Çalışkandım. 48 saat, 72 saat uyumadan çalıştığımı bilirim. Sonraki yıl son iki dersimi de verdim. Muharebeleri kaybettik, ama harbi kazandık. 18 yaşındaydım. Üniversiteye girmeye hak kazandım ve dükkanı kurtardım. Mazi kalbimde bir yaradır. (Kahkahalar

Peki ya evlilik?
1962’de Ayşe’yle tanıştım. İlkokuldan bir arkadaşım vardı, Niyazi. Ayşelerin komşusuydu. Ayşe’ye hangi eczaneden alışveriş ettiğini sormuş. Başka bir eczaneyi söyleyince, o da “Melih varken başka yerden yapılır mı?” demiş. 1964’te evlendik. 58 yıldır evliyiz. 

O esnada içeriye iki hanımefendi girdi. Melih Bey geleneği bozmadı ve önce isimlerle meslekleri sordu. Onlar da kendisine “Siz eczacı mısınız?” diye sorma gafletinde bulununca, arkamıza yaslandık ve gösterinin tadını çıkardık. 

Melih Bey: Mesleğiniz nedir?
Hanımefendi: Kimya öğretmeni. 

H.: Siz eczacı mısınız?
M.B.: (Hafif bir tebessümle) Evet, öyle diyorlar. 

H: Kozmetik ürünü satıyor musunuz?
M.B.: Ben satmıyorum. Şuradaki eczaneye bakın, onlarda vardır. Ama sizin güzellik ürününe ihtiyacınız yok, zaten güzelsiniz. (Kahkahalar
)

H.: Kulüp dizisindeki eczane bu mu?
M.B. Hayır, değil. 

M.B.: Söyleyin bakalım. Harf devrimi kaç yılında oldu? 
H.: Tarihlerle aram pek iyi değil. 

M.B..: Peki Soyadı Kanunu’na ne zaman geçtik? 
(Sessizlik) 
M.B.: Ama bir öğretmenin bilmesi lazım.
 

Hanımefendiler bize “iyi günler” dileyerek olay yerini terk ediyor. Uzun sohbetimiz boyunca onlar gibi birçok meraklı ziyaretçi kapıdan içeri giriyor. Melih Bey her biriyle ayrı ayrı ilgileniyor, her acayip soruyu aynı saygıyla cevaplıyor. Sohbetimiz kaldığı yerden devam ediyor. 

“Güvendiğim firmanın malını satarım. Adını sanını duymadığım ürünü satmam.”

Geçmişten bugüne eczacılığın dönüşümü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özeti şu, kapitalizm. Büyük balık küçük balığı yer. Zincir eczaneler açmaya çalışıyorlar. Kimin ne yaptığı belli değil. 300 küsur tane firma var. Güvendiğim firmanın malını satarım. Adını sanını duymadığım ürünü satmam. 

Siz hâlâ majistral ilaç yapıyorsunuz, eczacılıkta majistral ilaç yapımı nasıl azaldı?
İşin içine fabrikasyon girdi. Eskiden serbest muayenehaneler vardı, hatırlıyor musunuz? Hepsini hastanelere mahkum ettiler. Ben doktorlara da hak veriyorum. Gelen hastayla ilgilenmek için beş dakikaları var. Majistral reçete yazacak vakit yok. Her şey fabrikasyon.

Bu eczanede SGK gibi kurumlarla hiç ilişkiniz olmadı, değil mi?
Hiç olmadı. Sadece Eczacı Odası’nda çalışırken mekanizmanın nasıl işlediğini öğrenmek için üç ay kadar Emekli Sandığı sistemine girdim. Ama bana göre bir iş olmadığını anlayınca bıraktım. İlaç suistimali, Türkiye’yi batıracak bir şey. “Raporum var” diyene 20 kutu yazıyorlar. Kullanılmıyor. Bir daha gittiğinde yine 20 kutu yazıyorlar. Bunlar hep para. İlk önce beş seneydi. Hem imal tarihi yazıyordu hem de son kullanma tarihi. Şimdi üç sene oldu. İlaçların iadesi de yok.

Sizde kredi kartı da geçmiyor, nakitle çalışıyorsunuz. 
Öyle de çorbamız kaynıyor.

Buraya eczacılık öğrencileri de geliyor mu?
Muhtelif fakültelerden geliyorlar. 

Sizi ziyaret eden genç eczacılara ne tavsiye ediyorsunuz?
Üç stajyerim vardı. “Eczaneyi her yaşta açarsınız. Sizi tatmin eder mi etmez mi bilemezsiniz. Akademide kalın, bilim insanı olun.” dedim. Bir kişi dinledi, hatta doktora da yaptı. İkincisi doktora yapmak için girdi, ama sonra vazgeçti ve ticarete atıldı. Üçüncüsü de okulu bu sene bitirecek. İyi bir eczanede staj yaparsanız kurtarırsınız. Rebul Eczanesi’nin eczacısı Kemal Müderrisoğlu babamın arkadaşıydı. Üniversiteye giderken, elimde çantamla eczanesine giderdim. Otururdum ve onun müşteriyle kurduğu ilişkiyi izlerdim. Bambaşka bir insandı. Bana da çok yardım etmiştir. Hatta bir gün “Aman Melihciğim, dikkat et, müşteriyle sakın münakaşaya girme” demişti.

Oğlunuz da eczacılık okudu ama eczacılık yapmıyor, değil mi?
Akademisyenlik yapıyor.

Sizin tavsiyenizle mi oldu?
Annesi de ben de hiçbir zaman böyle bir telkinde bulunmadık. Önce dedesi gibi tıp istedi. Fiziği ve matematiği çok iyiydi, ama olmadı. Ertesi sene eczacılığı yazdı. Sadece İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni yazdı. 

Sizin okulunuz…
Evet. Dört senelik fakülteyi dört senede bitirdi. Pırıl pırıl bir çocuktur. Ailenin üstünden elini çekmez. 

Melih Bey’in eczacı babası Halil Nejat Sezer’in adını taşıyan orijinal tabela.

Nöbet tutuyor musunuz?
Pandemiye kadar tutuyordum. Gayet neşeli arkadaşlar gelirdi buraya. 12’de çıkıp giderlerdi. Ben de ertesi gün akşama kadar kalırdım.

Bu pandemi dışında başka salgınlar yaşadınız mı?
1964-65’te bir kolera çıkmıştı, ama kolera mı değil mi tam belli değildi. Herkes paniğe kapıldı. 

İstanbul’un değişimiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
İstanbul’un değişimini görmek için eski filmleri seyredin. Bakın, nereden nereye geldik. Mimariye bakın. Eskileri ve yenileri karşılaştırın. İnsan, geçmişi kendi kişiliğine bağlıyor. 20-30 sene sonra da şimdi yaşayanlar “Bizim zamanımız ne güzeldi” diyecek. Ama bazı şeyler var ki hiç değişmiyor. 

Burayı korumak ne kadar zor oldu?
Ailecek koruduk. Yoksa ben buraya kira versem, ayda eve girenin beş mislini rahat alırdım. Ama oğlumun ve eşimin anlayışıyla çalıştırdığımız kadar çalıştırdık. Bir-iki sene daha ya çalışırım ya çalışmam. Ondan sonra burası ne olur, onu oğlum bilir.

Bir müzeye çevrilme ihtimali var mı?
Ben böyle şeylerle hiç ilgilenmiyorum. Eşim ve oğlum bilir. Onlar ne derse o olur. Ama burada o kadar çok malzeme var ki. 

Şuradaki zehirler dolabının hikayesi nedir?
Eskiden her eczanede böyle kırmızı boyalı zehirler dolapları olurdu, ama bu orijinali. Herhalde eski yazıyla yazılıymış, 1928’den sonra Latin harflerine çevirmişler. İçinde dünya kadar malzeme var. Geçenlerde Edirne’den bir arkadaşım aradı. Odada sekreter olarak çalışıyor. Şükrü Ciravoğlu. Trakya Üniversitesi’nde deney yapmak için bir madde aramış, bulamamışlar. Depolara sorduk, bilen yok. Bende vardı. Postaladım, gönderdim.

“Bohem bir hayatım olsun isterdim. Nerede sabah orada akşam. Gönlümce yaşamak isterdim.”

Eczacı olmasaydınız ne olurdunuz?
Edebiyat veya psikoloji tahsili yapmak isterdim. Bohem bir hayatım olsun isterdim. Nerede sabah orada akşam. Gönlümce yaşamak isterdim. Bir gün Salih Zeki geldi buraya. Konuşuyorduk. “İnsan ne olacağına 35 yaşında karar verebiliyor, ama çok geç” dedi. Bir bakıma şanslıyım. O kadar şey çektim ama bir işim var. Mezun oldunuz, edebiyatçı olsanız ne yapacaksınız? Ancak kendi kendinizi mutlu edebilirsiniz.

Aslında yeni mezun eczacılar da benzer bir çıkmaz içinde…
Ben 53’te kaldım. 53 tane Eczacılık Okulu var. Ticari eleman yetiştiriyorlar. Sanat kısmı gitti, elde ticaret kaldı. Plan yok, program yok. Eskiden planlama vardı.

Eczacılıkla ilgili bir şeyi değiştirebilseydiniz neyi değiştirirdiniz?
Bunu benim söylemem doğru olmaz. Genç arkadaşlar daha iyi cevap verir. Bir doktora gittiğinizde steteskopa koyuyor dinliyor ya, o sizin için bir bilinmezlik. Doktora karşı saygınız artıyor. Başınız ağrıyor, ağrı kesici yazmışlar. Benden aldığı da aynı, başka yerden aldığı da aynı.

Siz de sağlık danışmanısınız. 
İnanmadığım şeyi satamam. Adamın biri “50 tane alırsanız 50 tane de mal fazlası veriyorum” dediğinde, insanlara o ürün daha cazip geliyor. “Bu daha iyidir” diyorlar. Bütün meslektaşlarım bunu yapıyor demiyor ama durum bu. Sanat kısmı yok, ticaret var. Böyle bir şey.

Yeni eczaneleri ziyaret ediyor musunuz? 
Pek gidemiyorum. Vaktim yok. Sabah 9’da buraya geliyorum. Öğlen bir ara veriyorum. Akşama kadar buradayım. Eve gidiyorum. Yemek sonrası kitap okurum. Bu akşam programda şu var: Burak Çetinkaya, Kadıköy için çok güzel bir kitap hazırlıyor. Birkaç ciltlik. Kadıköy Belediyesi bastırıyor. Bana 50 sayfasını verdi. Eskiden yaşamış doktorlar ve eczacılar hakkında. Bu akşam ona bakacağım. Son okuduğum kitap, İstanbul’da İşgal Yılları. Okuyunca insan acayipleşiyor. Bugün aşağı yukarı aynı şeyleri yaşıyoruz. Atatürk, Türkiye için ne büyük bir şans.

Atatürk’e yetiştiniz, değil mi?
Yetiştim. 6 yaşındaydım. Atatürk 20’lerde İstanbul’a geldiğinde, annem onu karşılayan heyetin içindeymiş. Arkadaşlarıyla birlikte elinde çiçek bekliyor. Fotoğrafını çekmişler. Zannederim, kitapta da fotoğrafı vardı. 

“Bir şeyleri paylaştığınız zamanlar mühim. Bir şeyleri paylaştığınız birileri vefat ettiğinde sanki beyninizden bir kısım gidiyor. Konuşacak kimse kalmıyor. Güç olan o.”

Bilim İlaç’ın katkısıyla çıkan Yeni Moda Eczanesi kitabından bir sayfa.

Eski meslektaşlarınızla bir araya geliyor musunuz?
Fakülte arkadaşlarımızla toplanırdık. Ayda bir defa ya da birkaç ayda bir. Bazen ayda iki. İlkokul arkadaşlarımla da toplanırdık. 20 yıl önce başladık. Alttan üstten sınıflar da katılmak istedi, 15-20 kişi olduk. Şimdi kala kala dört kişi kaldık. Bir şeyleri paylaştığınız zamanlar mühim. Bir şeyleri paylaştığınız birileri vefat ettiğinde sanki beyninizden bir kısım gidiyor. Konuşacak kimse kalmıyor. Güç olan o. Kısa süre önce dostum Mıgırdiç Margosyan’ı kaybettim. Ermeni yazar. Çok iyi bir insandı. 1964’te tanışmıştık. Prof. Dr. Nişan Nişan vardı. Dünyaca ünlü operatör. Prof. Dr. Hasan Yazıcı da onun arkadaşıydı. Bizim böyle bir grup vardı. Kitapta da fotoğrafı vardır. Onlarla toplanırdık. 

Moda’da yetişen dünya kadar sanatçı var. Melih Cevdet Anday dostumdu. En güzel şiiri bence Bir İlkbahar Şiirine Başlangıç’tır. ‘Hava ne kadar güzel öğretmenim’ diye başlar.

Melih Ziya Sezer’in şiir kitabı.

Şurada size ait bir şiir kitabı var. 
Herkes bir şeyler yazıyor işte. (Kahkahalar)

Bu eczanenin mutlaka meşhur müdavimleri de vardır…
Her eczanenin vardır. Moda’da yetişen dünya kadar sanatçı var. Melih Cevdet Anday dostumdu. En güzel şiiri bence Bir İlkbahar Şiirine Başlangıç’tır. “Hava ne kadar güzel öğretmenim” diye başlar. Necip Fazıl Kısakürek müşterimizdi. Dostum değildi, ama gelirdi. Benim için şairliği mükemmeldir. Bir şairi bir tek şiirle algılarsınız. Bir tek şiirle antolojiye girmeye hak kazanır. Beklenen şiirini çok severim. “Ne hasta bekler sabahı” diye başlar. Celal Sılay, Haldun Taner, Özdemir Asaf. Üçü de dostumdu. Haldun Taner çelebiydi, biraz mesafeliydi. 

Bir insana ne kadar hayran olunabilirse o kadar hayran olarak, yeniden Moda’nın kalabalığına karıştık. Kolumuzun altında, birkaç saatliğine ödünç aldığımız Yeni Moda Eczanesi kitabı. Planımız, bir kafeye oturup sayfaları ağır ağır çevirmek. Yeni Moda Eczanesi’nin duvarları arasında birkaç saatliğine yavaşlayan zamanın paçalarından biraz daha çekiştirmek istiyoruz.

“En büyük hayallerimden biri herkesin granülosit bağışının ne olduğunu…

Eczacı Elif Bölükbaş, yardımcı eczacılık yaparken bir yandan da kurucusu olduğu Kan Akademi vesilesiyle kan bağışını toplum kültürünün bir parçası haline getirmeye çalışıyor.
selinfmz
4 dakikada oku

Güneşten korunma hakkında her şey: 3. bölüm

Konuk yazarımız Dr. Ecz. Gamze Yüksel, güneşten korunma konulu yazı dizisinin 3. bölümünde güneş filtresi çeşitlerini ve hangi filtrenin tercih edilmesi gerektiğini açıklıyor.
selinfmz
7 dakikada oku

“‘İnsanlar benim gördüklerimi görebileceklerini bilmeli’ motivasyonuyla bu işe başladım.”

Astrofotoğrafçılığıyla geniş bir takipçi kitlesine ilham veren Ecz. Süleyman Akgüneş ile gökyüzüne tutkun olmak üzerine…
selinfmz
9 dakikada oku

Bir yorum yazın...

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir